Öğrenme ve Öğretme Kuramları Dersi - 1 (15.09.2015)
Erdal Ayan, M.A./M.Sc.
Dersin yüzyüze ilk oturumunda kısa bir tanışma süreci yaşadık. Mukaddes Hoca dersi neden tercih ettiğimizi sordu. Tabiki benim için seçmeli bir ders değil bu ve/ancak bilimsel hazırlık kapsamında almak zorunda olduğum bir ders. Almak zorunda olmasam alırmıydım bilmiyorum, çünkü benzer dersleri daha önce lisans eğitimimde bir kaç kez daha almıştım. Dersin sunuluş yöntemi ve kapsamı konusunda bir fikrim olsaydı belki çok daha farklı bir düşüncem de olabilirdi. Dersi alan diğer arkadaşların kendilerine göre dersi alma sebeplerinin olduğunu gördüm. Arkadaşlardan birisi dersi KPSS'de yararlı olacağını düşündüğü için aldığını belirtmişti. Belki lisans okuyor olsam ve işsiz olsam ben de buna yakın bir cevap verebilirdim. Tabiki bu durum çok ilgimi çekti ve bu konu üzerine yazmam gerektiğini düşündüm çünkü bu tür düşüncelerle kendi eğitim hayatımda da sık sık karşılaştım. Aslında KPSS gibi çoktan seçmeli, sıralamaya dayalı ve hangi bilgiyi ne kadar ölçtüğü her zaman sorgulanan türde sınavlar artık toplumun içselleştirdiği ve sorgulamadan kabul edebildiği bir olgular haline gelmiş durumda. Bu yaklaşım aslında üç önemli kritik sonuca götürüyor bizi; a) üniversiteler ve özellikle eğitim fakülteleri iş garantili KPSS dersaneleri gibi algılanıyor, b) kendini ifade etme, kendi kendine öğrenme, öğrenmeyi öğrenme, eleştirel düşünme, işbirliği yapma, iş içinde öğrenme gibi pek çok kavramın yerine çoktan seçmeli testlerde hangi seçeneğin doğru olduğunu bulma gibi tanımsız bir beceri edinilmesi gereken en önemli beceri gibi görülüyor, c) eğitim politikalarını düzenleyen karar vericilerin pek de bu konularda uzman ve geniş bir bakış açısına sahip olmadan karar verebildikleri ve bireyleri öğrenilmiş çaresizliğe sevkettikleri anlaşılıyor.
Aslında bu durumu açıklamak için Paulo Freire'nin kavramsallaştırdığı “bankacı eğitim” anlayışına başvurmak gerekli diye düşünüyorum çünkü bu kavram Türkiye'deki eğitim anlayışını en şekilde açıklayabilecek alt açılımlara sahip. Geleneksel eğitimde öğrenenlerin “doldurulması gereken” boş kaplar olduğu ön görülür ve formal öğrenmenin gerçekleşebileceği tek uygun ortam olan okulda, tek otorite (öğreten) tarafından herhangi bir praksis (eylem ve düşünmeden yola çıkan öğrenen ve öğretenin birbirinden öğrenmesi süreci)olmadan bilgi bombardımanına tutulur. Freire (1970) bu durumu şöyle tanımlamış:
Böylece eğitim bir yatırım eylemi haline gelir, burada öğrenciler yatırım yapılanlar ve öğretmenler yatırımcılardır. Öğretmen iletişim kurmak yerine kısa ve resmi bilgiyi verir ve öğrencilerin sabırla aldığı ve tekrarladığı yatırımlar yapar. (Mayo, 2011:90)
Söz konusu bu bankacı eğitim yaklaşım “bireyin sahip olabileceği her yaratıcı itkiyi öldürebilen bir pedagojik yaklaşımı içerir.” (Mayo, 2011:90). Türkiye'de uygulanan eğitim anlayış sanırım bu durumdan pek de farklı değil gibi görünüyor.
Referanslar:
Freire, Paulo (2013) Ezilenlerin Pedagojisi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Mayo, Peter (2012) Özgürleştiren Praksis (Paulo Freire'nin Radikal Eğitim ve Politika Mirası). Ankara: Dipnot Yayınları