Saturday, October 31, 2015

Öğrenme ve Öğretme Kuramları Dersi - 1 (15.09.2015)


Öğrenme ve Öğretme Kuramları Dersi - 1 (15.09.2015)
Erdal Ayan, M.A./M.Sc.

Dersin yüzyüze ilk oturumunda kısa bir tanışma süreci yaşadık. Mukaddes Hoca dersi neden tercih ettiğimizi sordu. Tabiki benim için seçmeli bir ders değil bu ve/ancak bilimsel hazırlık kapsamında almak zorunda olduğum bir ders. Almak zorunda olmasam alırmıydım bilmiyorum, çünkü benzer dersleri daha önce lisans eğitimimde bir kaç kez daha almıştım. Dersin sunuluş yöntemi ve kapsamı konusunda bir fikrim olsaydı belki çok daha farklı bir düşüncem de olabilirdi. Dersi alan diğer arkadaşların kendilerine göre dersi alma sebeplerinin olduğunu gördüm. Arkadaşlardan birisi dersi KPSS'de yararlı olacağını düşündüğü için aldığını belirtmişti. Belki lisans okuyor olsam ve işsiz olsam ben de buna yakın bir cevap verebilirdim. Tabiki bu durum çok ilgimi çekti ve bu konu üzerine yazmam gerektiğini düşündüm çünkü bu tür düşüncelerle kendi eğitim hayatımda da sık sık karşılaştım. Aslında KPSS gibi çoktan seçmeli, sıralamaya dayalı ve hangi bilgiyi ne kadar ölçtüğü her zaman sorgulanan türde sınavlar artık toplumun içselleştirdiği ve sorgulamadan kabul edebildiği bir olgular haline gelmiş durumda. Bu yaklaşım aslında üç önemli kritik sonuca götürüyor bizi; a) üniversiteler ve özellikle eğitim fakülteleri iş garantili KPSS dersaneleri gibi algılanıyor, b) kendini ifade etme, kendi kendine öğrenme, öğrenmeyi öğrenme, eleştirel düşünme, işbirliği yapma, iş içinde öğrenme gibi pek çok kavramın yerine çoktan seçmeli testlerde hangi seçeneğin doğru olduğunu bulma gibi tanımsız bir beceri edinilmesi gereken en önemli beceri gibi görülüyor, c) eğitim politikalarını düzenleyen karar vericilerin pek de bu konularda uzman ve geniş bir bakış açısına sahip olmadan karar verebildikleri ve bireyleri öğrenilmiş çaresizliğe sevkettikleri anlaşılıyor.
Aslında bu durumu açıklamak için Paulo Freire'nin kavramsallaştırdığı “bankacı eğitim” anlayışına başvurmak gerekli diye düşünüyorum çünkü bu kavram Türkiye'deki eğitim anlayışını en şekilde açıklayabilecek alt açılımlara sahip. Geleneksel eğitimde öğrenenlerin “doldurulması gereken” boş kaplar olduğu ön görülür ve formal öğrenmenin gerçekleşebileceği tek uygun ortam olan okulda, tek otorite (öğreten) tarafından herhangi bir praksis (eylem ve düşünmeden yola çıkan öğrenen ve öğretenin birbirinden öğrenmesi süreci)olmadan bilgi bombardımanına tutulur. Freire (1970) bu durumu şöyle tanımlamış:
Böylece eğitim bir yatırım eylemi haline gelir, burada öğrenciler yatırım yapılanlar ve öğretmenler yatırımcılardır. Öğretmen iletişim kurmak yerine kısa ve resmi bilgiyi verir ve öğrencilerin sabırla aldığı ve tekrarladığı yatırımlar yapar. (Mayo, 2011:90)
Söz konusu bu bankacı eğitim yaklaşım “bireyin sahip olabileceği her yaratıcı itkiyi öldürebilen bir pedagojik yaklaşımı içerir.” (Mayo, 2011:90). Türkiye'de uygulanan eğitim anlayış sanırım bu durumdan pek de farklı değil gibi görünüyor.

 http://cdn.weedemandreap.com/wp-content/uploads/2014/03/educ.jpg

Referanslar:
Freire, Paulo (2013) Ezilenlerin Pedagojisi. İstanbul: Ayrıntı Yayınları
Mayo, Peter (2012) Özgürleştiren Praksis (Paulo Freire'nin Radikal Eğitim ve Politika Mirası). Ankara: Dipnot Yayınları

Dürüst Davranış: Öğrenilmesi Gereken Bir Değer


Erdal Ayan, M.A./M.Sc. Öğrenme ve Öğretme Kuramları
Görev – 2
Prof.Dr. Mukaddes Erdem (27.10.15)

Dürüst Davranış: Öğrenilmesi Gereken Bir Değer
Öğrenme sürecinin yaşantılar yaratarak bireylerde olumlu davranış değişikliği yaratan bir işlevi ve sonucu olduğunu düşünürsek okuldaki ve ailedeki eğitim ve öğretim bağlamında bireylere neyin öğretilmesi ve hangi değerlerin kazandırılması gerektiği konusu son derece önemli bir yer kazanmaktadır. Bu açıdan dürüst davranma alışkanlığının okullarda öğretilmesi gereken değerlerden biri olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir birey için okulda geçirilen zaman her ne kadar aile bireyleri veya okul dışındaki çevre ile geçirilen süreye nazaran daha kısıtlı ve “resmi ve programlanmış” olsa da okulda edinilen tecrübelerin, bilgi edinim ve uygulama süreçlerinin diğer çevreleri etkileyip şekillendiren ve değiştiren bir güce sahiptir. Farklı çevrelerden gelen her bireyin büyük oranda aileden ve arkadaş çevrelerinden transfer ettikleri değişik deneyimlerle okula geldikleri ve okuldaki yaşantılarını bu deneyimler doğrultusunda hareket ederek yapılandırma eğiliminde oldukları bilinen bir gerçektir. Okul yaşantılarından önce bireylerin okul ortamında pek de istenmeyen davranışları (örneğin; kibirlilik, şımarıklık, yalan söyleme alışkanlığı, v.b.) içselleştirmiş olmaları ihtimal dahilindedir (Adler, 2005:102; Dewey, 2007:68). Dolayısıyla okuldaki deneyimlerin bir diğer işlevi de bireyin okul, aile ve çevresinden edindiği olumsuz davranışların ve alışkanlıkların okulun resmi program/müfredatı aracılığı ile olumlu yönde yeniden yapılandırılmasıdır. Geleneksel eğitimde bu tür müdahaleler uzun süre sadece okulun yapması gereken görevler gibi ele alınmıştır, ancak günümüzde okul, öğretmen ve ebeveynlerin karşılıklı etkileşim yapabilmesi ve bireylerin temel ihtiyaç ve beceri düzeylerinin belirlenmesi ortak sorumluluk haline gelmiştir.
Okul ortamı sunduğu resmi program ve yarattığı gerçeğe yakın sosyal çevre ile bireyler arasındaki ilişkileri olumlu olarak yapılandırabilme olanağına sahiptir. Bu bağlamda resmi ders içeriklerinin öğretilmesi yanında bireylerin ilgi ve merak duyguları kaybedilmeden dürüst davranış kazandırılmasına yönelik etkinliklerin yapılmasının istenen olumlu çıktıların kazandırılması açısından belirleyici olduğunu düşünüyorum. Yaklaşık on yıllık eğitim ve öğretim deneyimimde bu konunun Türk eğitim sisteminin pek çok kademesinde pek de ön planda olmadığını ve bir kısım bireylerin dürüst davranabilme becerilerini edinebilme eğilimde ol(a)madıklarını gözlemledim. Hatırladığım en yakın örnek 2011-2012’de çalıştığım üniversitenin bir fakültesinde karşılaştığım ilginç bir durumdu. Verdiğim İngilizce dersi kapsamında bir sınıfa belirli bir konu üzerine süreli bir yazı ödevi vermiştim ve öğrencilerin ödevi tek başlarına herhangi bir yardım almadan yapmalarını istemiştim. Ancak süre sonunda topladığım ödevlerin büyük bir kısmının öğrenciler tarafından yapılmadığını ve aşırma yazılar olduğunu gördüm. Bu durumda nasıl hareket etmem gerektiği konusunda hiçbir fikrim yoktu ve daha kötü olan durum ise intihal yapan öğrencilerin ödevleri kendilerinin yaptığında ısrarcı olmaları ve istedikleri notları vermemdi. Yazıların kendilerine ait olmadığını bir yazılım sayesinde ilk ödevden sonra tek tek göstermek zorunda kaldım ve sınıf atmosferindeki değişim çok da olumlu yönde olmadı. Ve bir kısım öğrencinin derse karşı olan ilgi ve merak duygularının azaldığını görmek durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale dönüştürdü. Bir dönem sonuna kadar verdiğim yazı ödevlerinin yapılmasında önemli ölçüde azalmalar oldu ve aşırma ödevlerin sayısında düşüş olmasına rağmen belirli sayıda öğrencinin ödevleri aşırarak yapma davranışları devam etti. Dönem bittiğinde yaptığım ders memnuniyet anketlerinde de öğrencilerin derse yönelik tutumlarının düştüğünü bulguladım. Edindiğim bu tecrübeden çıkardığım bazı sonuçlar oldu, a) muhtemelen öğrenciler daha önce tek başlarına İngilizce bir yazı yazmamışlardı, b) yazı yazma konusunda yeterli becerileri olmadığı içinde başvurabilecekleri en kolay yolun başka birinin yazısının kopyalamak olduğunu düşündüler, c) büyük olasılıkla daha önceki eğitimlerinde yazılan olası yazılar da o zaman ki öğretmenleri tarafından kontrol edilmemişti ve bu ders için yazdıkları yazıların kontrol edilmeyeceğini düşünerek hareket ettiler, d) sürdürülen olumsuz davranışla baş edebilmek için ders performansına etki etmeden daha ikna edici bir yöntem bulunmalıydı.
Detaylı olarak sunduğum örneklemi tekrar göz önünde bulunduracak olursak öğrenciler yazı yazma konusunda olumlu ve dürüst davranış geliştirebilecek yeterli tecrübeyi öğrenme sürecinin uygun bir zaman aralığında içselleştirememişlerdi. Bununla birlikte geldikleri yeni öğrenme çevresinde aşırma davranışının devam ettirilebileceğine yönelik güçlü bir eğilim geliştirmiş durumdaydılar. Sonuç olarak dürüst davranış sergilemeye yönelik davranışların bir değer olarak bireyin gelişim düzeyine en uygun zaman aralığında edinilmesi sonraki eğitim süreçlerinde başarıyı ve öğrenmenin kalıcılığını çok önemli bir oranda etkilemektedir.
Referans Listesi
Adler, Alfred (2005) Çocuk Eğitimi. Cem Yayınları: İstanbul
Dewey, John (2007) Deneyim ve Eğitim. ODTÜ Yayıncılık: Ankara

Pavlov’un Klasik Koşullanma Teorisi ve İnsanlardaki Yansımalarına Kısa Bir Bakış


Erdal Ayan, M.A./M.Sc. Görev-1 (13.10.2015)
BTÖ 206 Öğrenme ve Öğretme Kuramları
Prof.Dr.Mukaddes Erdem

Pavlov’un Klasik Koşullanma Teorisi ve İnsanlardaki Yansımalarına Kısa Bir Bakış
Pavlov’un Klasik Koşullanma Teorisi ve İnsanlardaki Yansımalarına Kısa Bir Bakış
Zaman içerisinde insanın genel biyolojik gelişimde herhangi bir değişiklik olmamasına rağmen öğrenme süreçlerini içinde bulundukları zaman dilimi ve bağlı bulundukları kültür ve sosyal yapıya göre yeniden tanımlayıp uyguladıkları bilinmektedir. Ayrıca insanların yaşayış tarzlarını değiştirme ve kolaylıkla sonraki nesillere aktarma olanağına sahip olmaları öğrenme süreçlerini doğrudan etkileyebilen ve geliştirebilen diğer önemli faktörlerdir. Öğrenme olgusu değişik araştırmacılar tarafından farklı tanımlamalar ve sınıflamalarla açıklanmıştır. Örneğin Dewey (1910) okul ve öğrenmeyi rastlantısal öğrenmelerin gerçekleştiği aile ortamının dışında “sistematik olarak yapılan ve edilen” ve yaşantılarla iş içinde uygulanabilen aktiviteler olarak betimlemiştir (s.37). Cüceloğlu’na (1991) göre öğrenme çağrışımlı öğrenme ve bilişsel olarak ikiye ayrılmaktadır. Klasik koşullanma ve Edimsel koşullanma çağrışımlı öğrenmenin iki türü olarak kabul edilmektedir (s.139). Bu kısa yazıda Pavlov tarafından gerçekleştirilen Klasik Koşullanma deneyleri ve insanlar üzerindeki gözlemler üzerinde durulacaktır.
Pavlov’un Klasik Koşullanma deneyleri çoğunlukla köpekler üzerinde yapılmıştır. Deneyler özetle, aşağıdaki Resim-1’de görülen düzenekte olduğu gibi hayvana bir süre yiyecek verilmeden önce görebileceği bir yerde ışık yakılarak ve daha sonra et verilerek tekrar edilen süreçlerden oluşur. Et (doğal uyarıcı) verildiğinde köpeğin salgı ürettiği (doğal tepki) gözlemlenmiştir. Belirli bir süre sonunda hayvanın her ışık (koşullu uyarıcı) yanmasında salgı üretmeye (koşullu tepki) başladığı ve yiyecek verileceğini sandığı anlaşılmıştır. Bu deneylerde hayvanın ışık ile yiyecek verme ya da yeme olguları arasında bir bağ kurduğu ve koşullu tepkiler üretebildiği saptanmıştır. Bu bağ kurma sürecinde, ışık ve etin belirli sıklıklarla beraber verildiği (pekiştirildiği) durumlarda, organizmanın uyarıcılar arasındaki ilişkiyi öğrendiği (“kazanma” gerçekleştirdiği) bulunmuştur. Sadece ışık verildiği ve etin ortamdan çıkarıldığı denemelerde ise hayvanın salgı üretmeyi bıraktığı (“sönme”) tespit edilmiştir (Cüceloğlu, 1991: 142).


Resim - 1
İnsanlar üzerinde de bu tür tepkileri ve bağ kurma süreçlerini gözlemlemek mümkün müdür? Cüceloğlu (1991) insanların sinir sistemleri üzerinde yapılan deneylerde benzer sonuçların elde edilebildiğini söylemektedir (s.142). Örneğin, bir insanın eli soğuk suya temas ettiğinde kan damarları büzüşür. Yapılan bir deneyde Pavlov’un deneyine benzer bir şekilde el suya sokulmadan önce zil çalınmış ve deney belirli bir süre tekrar edilmiş ve damarların büzüştüğü görülmüştür. El suya sokulmadan sadece zil çalındığında ise belirli tekrarlar boyunca damarların benzer şekilde büzüştüğü tespit edilmiştir. Cüceloğlu (1991) bebekler üzerinde yapılan deneylerde hava üfleme ile belirli tonda
çıkarlan ses arasında bağ kurabildikleri ve refleksif olarak gözlerini kırptıklarını bildirmiştir (s.142). Aşağıdaki Resim-2’de ise çocuğun ve köpeğin duyduğu ses, konserve açacağı ve yemek arasındaki ilişkiyi Pavlov’un Klasik Koşullanma deneylerine benzer şekilde öğrendiği söylenebilir. İlgili resimde özellikle çocuğun konserve açacağının sesini diğer seslere genellemeden ayırt edebilmesi uyarıcılar arasındaki bağı ve öğrenmeyi güçlendirmektedir. Ancak bu tür Klasik Koşullanma yoluyla öğrenme süreçleri doğal olarak sınırlı koşul ve durumlarda gerçekleşebilmektedir, her öğrenme ortamında insan beyninin aynı yolu izleyip öğrenme gerçekleştirdiğini söylemek zordur.


Resim – 2
Özetle bu yazıda Pavlov tarafından yapılan Klasik Koşullanma deneyleri üzerinde durulmuştur. Yapılan deneylerde daha çok hayvanlar kullanılmış ve koşullu ve koşulsuz uyarıcılara karşı gösterdikleri tepkiler gözlemlenmiştir. Benzer şekilde insanlarda da Klasik Koşullanma yoluyla öğrenmelerin var olduğu bilinmektedir. Özellikle insan vücudunun belirli uyarıcılara verdiği tepkiler Klasik Koşullanmaya örnek gösterilmiştir.
Kaynaklar:
Cüceloğlu, Doğan (1991) İnsan ve Davranışı (Psikolojinin Temel Kavramları). Remzi Kitapevi: İstanbul.
Dewey, John (1915) The School and Society. The University of Chicago Press: the USA