Friday, January 8, 2016

GNU+Linux ve Özgür Yazılımların Eğitim Sürecine Katkıları İle İlgili Kısa bir Analiz


GNU+Linux ve Özgür Yazılımların Eğitim Sürecine Katkıları İle İlgili Kısa bir Analiz

Bu yazıyı çok geçikmeli bir süre sonra yazıyor olduğumun farkındayım ancak sağlık durumum nedeniyle çok aksadı maalesef. (Eski çalıştığım kurumun fiziksel olarak bende bırakmış olduğu zararları ancak yatarak, sürekli dinlenerek ve günde iki iğne yaptırarak çözmeye çalışmamdan mütevellit iyileşmem zaman alıcı bir sürece evrilmek zorunda kaldı. Biraz uzun bir yazı olacak, şimdiden özür dilerim. :)) Başlamadan önce şunu hatırlatmak isterim; bu ders için yaptığım tüm ders içerikleri ve materyaller bilgisayarımdaki Gnu+Linux sürümü (Mint, Mate) işletim sisteminden, özgür yazılım veya ücretsiz yazılımlar (HotPotatoes, Moodle, vs.) kullanılarak yapıldı. Bir önceki yazımda da belirtmiştim, bu yazımda GNU+Linux ve Özgür yazılımlar ile ilgili birkaç küçük fikrimi paylaşmak istiyorum, ortaya çıkışı ve tarihsel süreçte katettiği yollar aslında internet üzerinde çok kolay bulunan hususlar o yüzden bir kaç adresleme dışında fazlaca kelime kalabalığı yapmak istemiyorum bu konuda. Ancak şunu söylemem gerekli diye düşünüyorum, bu yazıyı yazmadan ve yazarken Richard Stallman'ın (kendisi GNU projesini başlatan ve kuran kişidir) 2012 ve 2014 yıllarında yaptığı ve youtube üzerinde bulunabilen toplamda üç saatten fazla süren iki konuşmasını baştan sona izleyip dinledim ve bazı konuları toparlayabilmem için sayfalar dolusu kitap/makale okumaktan biraz daha faydalı oldu diyebilirim. (Videoları siz de bulup izleyebilirsiniz (Konuşma – 1 (The danger of Software Patents) ve Konuşma – 2 (Freedom in your computer and in the net), maalesef sadece İngilizce ama belki birgün Türkçe alt yazılarını bir gönüllü arkadaş yazıp yayınlayabilir.) Dolayısıyla yaptığı konuşmalara bir kaç atıf yaparak ve derste gördüğümüz kuramların nasıl biraz daha hayata geçirebilir konular olduğunu göstererek yazmaya çalıştım bu yazıyı. Umarım herkes için faydalı olur.

Bir önceki yazımda sıkça belittiğim, eğitim sürecinde öğrenicinin ön koşul olarak kazanması gerektiğini düşündüğüm, ilgi, isteklilik, gönüllü olma ve hoşgörü gibi bir kaç konu vardı. Ve bunların kazanılmasında ailenin payı ve toplum içindeki pozisyonu önemli roller oynayabiliyor diye yazmıştım. Bunların ötesinde Erich Fromm'un kavramsallaştırmaya çalıştığı bireysel ve toplumsal özyapı/toplumsal bilinçdışı gibi sosyo-psikolojik yapıların bireyin ve toplumun özgürleşip gelişmesindeki etkileri üzerinde durmuştum. İnsanlar bilmedikleri şeylerden korkar ve merak duyguları öldürülmüşse yaşamak onlar için çok da ayrıcalıklı bir durum değildir. Bu yazıyı yazarken farkettim, atladığım bir şey olmuş, o da bireyin merak duygusunun gelişimi ve eğitim süreci üzerindeki kaçınılmaz etkisi. Birkaç yıl önce kısa bir video izlemiştim, yağmurun yağışını ilk defa gören 3-4 yaşlarında küçük bir kız çocuğu vardı videoda ve annesinin tüm çabalarına rağmen gidip yağmur damlacıklarına dokunmak için tüm enerjisini harcıyordu. Yağmurun ne olduğunu algılayıp, ona dokunmak için elinden geleni yapıyordu. Basit ama ilginç bir ayrıntısı var gibi geldi bana çünkü yağmurun ne olduğunu öğrenme gayretini tetikleyen şey merak duygusuydu, yani doğuştan kodlanmış gibi bir durum var. Yetişkinler için en olağan hale gelmiş olan bir doğa olayını anlamaya yönelik davranışın tetiklenmesini aklındaki merak ve öğrenme güdüsünün işbirliği tamamlayordu. Peki bu neden önemli? Daha o yaştaki çocuğun merak duygusunun ve öğrenme gayretinin büyüklüğünü düşünecek olursak ve zaman içinde aile ve okuldaki etmenlerin (kaldı ki Fromm, Adler ve Howe kitaplarında bu konulara genişçe yer ayırmışlardır) bu duygu üzerindeki her türlü etkisni göz önünde bulundurursak eğer bu durum eğitim sürecinin doğru yönlendirilebilmesi açısından hayati bir konuma sahip olabilir. Kaldıki merak duygusu o çocukta olduğu gibi en ilkel hali ile insanoğlunun zihninde kalmıyor ve zorunlu olarak başka şeyleri öğrenmek için evrim geçiriyor. Sanırım önemli olan konu bu duygunun (yaşam boyu öğrenme gibi örneğin) nasıl canlı tutulabileceği ve dış etmenler tarafından nasıl ve ne zaman olumlu şekilde manüple edileceği konusu, çünkü merak duygusunun iyi beslenmesi, içsel/dışsal motive edicilerin oynadığı rollerle doğru orantılı gibi görünüyor.

Aslında burdan varmak istediğim yer tam da şurası; eğer toplum veya baştan aşağı ağır bürokratik süreçlerle ve politik görevlerle yönlendirilmiş/manüple edilmiş eğitim sistemi öğreniciye merak duygusunu kullanabileceği bir alan sağlayabilirse bir anlamda bu duygunun kaybolmamasını da sağlayabilir ve öğrenmenin tutarlı-devamlılığını garantileyebilir. Eğitim hayatım için önemli bir olay ile devam edeyim, 2006 yılının Ekim ayı, Türkiye'de lisans eğitimi aldığım üniversiteden Erasmus öğrenci değişim programıyla Almanya'ki Technische Universitat Chemnitz (TU-Chemnitz)'e gitmiştim. Detay vermek yazının içeriğini bozabileceğinden gitme sürecine değinmek istemiyorum çünkü çok fazla badireler ve sorunlar ile gidebilmiştim. Gönüllü Alman arkadaşlar diğer Erasmus öğrencileri ile oryantasyon programı uyguluyor bize ve üniversite yerleşklerini geziyoruz hep birlikte. Öğleden sonraydı galiba bir kütüphane binasına girdik, bu arada tabi kütüphanedeki sistemleri bize tanıtıyorlar, bilgisayları açtılar, baktım normal bir windows/microsoft sürümüne benzeyen birseyle işlemiyor makineler. Tabi kullanamadım, çünkü makenede o zaman adını bile duymadığım bir işletim sistemi mevcuttu, daha sonra adının KDE olduğunu öğrendiğim bir Linux sürümü vardı içinde. İşin ilginci ve dikkat çeken yanı benim için şuydu, işetim sisteminin giriş ekranında veya masaüstünde “freedom, free software” gibi yazılar vardı. Windows dağıtımlarının ücretsiz olması o dönem aklımın ucundan bile geçmezdi, çünkü microsoft bugün olduğu gibi ürünlerini satabilmek için küçük reklamlara bile başvurmuyordu daha o zamanlar. Ve sonradan öğrendim labları kuran Siemens firması cihazlara hem herkesin alışık olduğu microsoft hem de Linux türevi işletim sistemlerini yanyana kurmuş. Tabi sistemi görünce kendim de denemek ve kullanmak istedim, yani daha fazla öğrenme için merak duygusu tetikleniverdi. :) (Paragrafın başında bahsetmek istediğim fırsat verme ve alan yaratma hadisesi yani.)

Linux türevlerini kullandıkça aslında hikayenin 1983'te Richard Stallman'ın MIT'de GNU (GNU “GNU's not UNIX” için bir aknonimdir ve GNU Unix benzeri bir sistem olmasına rağmen Unix kodlarını içermez, Unix'de özgür yazılım değildir. Daha fazla bilgi almak için Wiki'ye göz atabilirsiniz, her nekadar herkesin yorum yazabildiği bilgi açısından güvensiz bir platform olsada en geniş tarihçeyi içeren bir kaynak olduğu için vermek zorunda kaldım.) projesine girişmesiyle başlayıp, '92'de Linus Torvalds'ın Kernel'i tamamlamayip yazılımı GNU+Linux olarak özgürleştirmesiyle devam ettiğini ve bugün bilmeden kullandığımız pek çok yazılımın ortaya çıkmasının tetiklediğini öğrendim. Şimdi bu neden önemli? Çünkü bu olaylar zinciri aslında başlı başına bir “hack”.:) Tüm yazılım dünyasının tek kutuplu olarak windows makinelerine bağımlı ve köle olmaktan kurtaran bir hareket. GNU projesi ile Stallman yazılım alanı için 4 özgürlük çerçevesi çiziyor ve CopyLeft fikrini geliştiriyor. Aşağıdaki tabloda açıkça görülüyor ama birkez daha vurgulamak gerekli diye düşünüyorum. Freedom 0 kullanıcının yazılımı istediği amaç için kullanması, Freedom 1 kullanıcının yazılımın nasıl çalıştığını anlayabilmesi ve onu ihtiyaçlarına göre adapte edebilmesi, Freedom 2 kullanıcının yazılımı başkalarına yardım etmek için tekrar dağıtımını yapabilmesi ve Freedom 3 kullanıcının yazılımı geliştirmesi ve geliştirdiği yazılımları başkalarının ücretsiz kullanımına sunabilmesi olarak çevrilebilir.

















Dersin son haftalarında özellikle sunum yaptığım gün sınıfta hiç kimsenin özgür yazılım kullanmadığını gözlemlemek benim için biraz düşündürücü oldu diyebilirim. Kaldıki pek çok arkadaş aslında bilmeden bu yazılımları zorunlu olarak zaten kullanıyor diye düşünüyorum. Ayrıca diğer projeler yapılırken kullanılan yazılımların nerdeyse hepsinin windows tabanda çalışabilen lisanslı veya ücretli yazılımlar olduklarını da görme şansım olmuştu. Bunun dışında şu an çalıştığım okulda okula Fatih projesi kapsamında kurulan tüm cihazlarda sadece windows türevlerinin yüklü olması ve haftada en az birkez virusler ve kötü kullanıcılardan dolayı düzgün çalışmaması ve formatlanıyor olması ve büyük oranda da verdiğim dersin aksaması çok sinir bozucu bir hal almış durumda. Tüm ısrarlarıma rağmen Fatih projesi kapsamında etkileşimli tahta için geliştirilen Pardus yazılımının bir türlü yöneticiler tarafından yüklenmemesi daha da moral bozucu olabiliyor.

Richard Stallman konuşmasında “bilgisayarınızın özgür olmasının özgür yazılıma bağlı olduğunu” söyler. Şimdi bu ne demek oluyor? Bu temel olarak yukarıda Stallman'in bahsettiği 4 özgürlük tipinin kendi bilgisayarınızda uygulanabilir olması demek ve dahası da ve tabiki en önemlisi yazılımın güvenliğinin tamamen sizin elinizde ve sorumluluğunuzda olması. Özgür yazılım size sadece (çoğunlukla) ucretsiz bir çalışma alanı ve gelişmenize izin vermiyor ayrıca yeniden ve ihtiyaciniza gore degistirebileceğiniz bir sistem sunuyor. Windows makinaları bu tür bir imkanı size/topluma sunmaktan uzaktır çünkü ticari işlemler üzerinden ürünlerini satma ve kar amacı gütme eğilimleri söz konusudur. Özgür yazılımda kullanılan yazılımlar veya üretilen ürünler zorunlu olarak ticari olmak zorunda değil ve kaynak kodları windows makinelerde olduğu gibi kullanıcı ve geliştiricilerden gizlenmiyor. Güvenlik konusu bu anlamda çok önemli, çünkü bilgisayarınızda yüklü olan programlar sizin kontrolünüzde gibi görünüp aslında programın içindeki bir “backdoor” ile başka birine hizmet ediyor olabilir veya bu programı yazan kişi sizin cihazınızı heran kontrol ediyor olabilir. Daha kötüsü sizinle ilgili tüm bilgileri makinenizin içindeki bir “mallware” ile 3.kişilere veya ülkelere birsekilde gönderiyor bile olabilir.















Stallman'ın konuşmasından bir görüntü.

Benzer bir durum özgür yazılımda söz konusu olabilir mi? Olması temel anlamda zor ve imkansız çünkü sisteminizin tüm kodlarının nasıl yazıldığını ve çalıştığını görmeniz ve kontrol etmeniz mümkün, programcılar sizden herhangi bir kodu gizlemek ve bilgilerinizi gizli olarak başka kişilere gönderecek bir yapılanma içinde olmazlar. Gnu+Linux sistemlerinde çeşitli virüs veya ajanların ve korunmak için virüs programlarının olmamasının temel nedeni budur. Sunumlardan birkaçında çocuklara virüslerden nasıl korunmaları gerektiği konusunda birkaç çalışma olduğunu görmüştüm, toplumun büyük bir çoğunluğu windows kullanıcısı olduğu için onlara bu virüslerden korunma yollarını göstermek iyi bir fikir gibi duruyor ancak olayın derinine indiğimizde sadece yeni bir kölelik düzenini körüklediğinizin farkında olmuyorsunuz. Çünkü o virüslerden korunmak için yazılan programların ne yaptığını virüsleri tamamen kaldırıp kaldırmadığını veya sizin bilgisayarınıza farklı bir ajan yerleştirip yerleştirmediğini bilemiyorsunuz. Virüs programının kullanım süresi dolduğunda da ya gidip lisans alıyorsunuz ya da sağdan soldan “crack” gibi anlamsız birşeyle sorunu çözme eğiliminde oluyorsunuz. Bu süreçler sadece yeni kölelikler yaratıyor farkında olunmadan. O öğrencilere şunu öğretmelerini tercih ederimdim: virüsleri yoketmenin tek yolu = GNU+Linux.

Stallman “her bigisayar yazılımının bir bilgi ürünü olarak ortaya çıktığını ve bilginiz toplum yararına ve özellikle de geri kalmış toplumlara belirli düzeylerde bir gelişim sağlama fırsatı sunabileceğini” öngörüyor. Bu sayede bu tür toplumlar kendi programlarını adapte edebilecek veya kendi ihtiyaçları çerçevesinde devasa bilgisayar kartellerine bağımlı olmaktan kurtarabilir. CopyRight ve Patentli programları (windows, adobe, vs) kullanmak gelişim olarak tanımlanmıyor tam aksine “bağımlılık” olarak tarif ediliyor ve bu da aslında toplumların üstesinden gelmesi gereken sosyal bir problem olarak karşımıza çıkıyor. Ticari yazılımları kullanmak daha baştan itibaren bir tuzak olarak algılanabilir çünkü bu tür programları topluma sağlamak ve kullanımını yaygınlaştımak çok sıkı zihinsel ve ekonomik bağımlılıklar ortaya çıkarıp topluma zarar verebilir bu yüzden onları kullanmak yerine Stallman'in değimiyle “hiçbirşey yapmamak daha iyidir.” Türkiye'den iki çok önemli örnek: 2012 yılında Yüksek Öğretim Kurulu 80 üzerindeki üniversiteye büyük miktarda para harcayarak yabancı dil öğretiminde kullanılmak üzere en az 20 kişilik multimedia sınıfları kurdu. Lablarda kullanılan tüm yazılımlar ticari yazılımlardı ve hatırladığım kadarıyla beş yıllığına bir anlaşma ile yurt dışındaki bir firmadan lisansları satın alınmıştı. Tabi tahmin edeceğiniz gibi işletim sistemi olarak windows alt yapısı tüm makinelere yüklenmişti ve tek bir özgür yazılım dahi makinelerde yüklü değildi. Binlerce makineden bahsediyorum ve bunun getirdiği 5 yıllık mali yükü artık gözlerinizin önüne getirmeniz zor olmaz diye düşünüyorum, çünkü her lisans için programın sahibi olan şirket sizden lisans ve bakım ücretlerini alarak yazılımınızı güncelleyecek aksi takdirde şu anda olduğu gibi programlarınız hiçbir şekilde çalışmayacak. İkinci örnek Fatih projesidir. MEB'e bağlı tüm okullarda maalesef windows sürümleri yüklü durumda ve aslında Pardüs (Türkiye'de geliştirilen Linux dağıtımı) yüklü olmasına rağmen çalışmıyor veya çalıştırılmıyor. Çoğu okulda Pardüs'ün ne olduğu konusunda bile yöneticilerin herhangi bir fikri yok. Geçen aylarda katıldığım bir zirvede Pardüs'ün akıllı tahtalar için yeni bir versiyonunun geliştirildiği belirtilmişti ama bunu okullarda göstermeden önce yapılması gereken eğitimler zamanında yapılmazsa akibetinin pek de farklı olacağını düşünmüyorum. Eğer kendi programlarınızı üretemiyor ve topluma nasıl kullanacağını öğretmiyorsanız ve sadece biryerlerden ihale üsulu yazılımlar alıp toplumu her anlamda bağımlı hale getiriyorsanız, işte burda bence bunu yapmaktansa hiçbirşey yapmamak ve asıl gerekli olan eğitimsel, kültürel, algısal dönüşümlere yatırım yapmak daha iyidir.

Özgür yazılım veya GNU+Linux gelişim sürecinde aslında derste sıkça çalıştığımız bazı konularında altını çizmem için önemli bir fırsat veriyor. Öğrenme dediğimiz süreç artık günümüzde diğer insanlarla işbilirliği yapmadan, yardımlaşmadan, fikir alışverişi yapmadan, diyalog kurmadan hızlı ve etkili gelişmeyen bir olgu. GNU+Linux tam da bunları gerçekleştirmenize izin veren ve kendi kendinize öğrenmenizi destekleyen bir perspektif sunuyor. Özgür yazılım felsefesinin toplum yararına gelişim sağlama yönündeki açılımları insanlığın önüne çok nadir rastlanabilecek bir fırsat sunuyor, umarım insanlar bu ülkede bunun ne anlama geldiğini zaman içersinde daha rahat anlayabilir. Nacizhane tavsiyem, lütfen öğrencilerinize özgür yazılım programlarını kullanmalarını önerin ve lütfen bilgisayar kullanırken windows makinelerinde yapabildikleri günlük işlerin büyük bir kısmını artık Gnu+Linux sürümlerinde de yapabileceklerini gösterin. Onlara insanlığın yararına birşeyler yapabilecekleri ve bağımsız hareket edebilecekleri bir dünya olabildiğini sık sık hatırlatın, çünkü eğitim gibi bu imkanların var olduğunu bilmek onlar için birer insan hakkıdır.

Son olarak bu yıl Aydın'da düzenlenecek olan Akademik Bilişim Konferansına herkesi davet etmek istiyorum. Konferans öncesinde özgür yazılım ve Gnu+Linux ile ilgili pek çok ücretsi kurs düzenlenecek, bu kurslarda özgür yazılım dünyasının neye benzediği konusunda aklınızda yeni birşeyler canlanabilir ve merak duygunuz tetiklenebilir diye düşünüyorum.

Referanslar:
Adler, Alfred (2005) Çocuk Eğitimi. Cem Yay. İstanbul
Fromm, Erich (2015) Yeni Bir İnsan Yeni Bir Toplum (Yanılsama Zincirlerinin Ötesinde) Say Yay.:İstanbul
GNU Project: <http://www.gnu.org/>
Howe, Michael J.A. (2001) Öğrenme Psikolojisi. Alfa Yay.: İstanbul